22 Aralık 2016 Perşembe

Linkedin'i Etkin Kullanmak

Hatırlayacağınız üzere Linkedin kısa bir süre önce 26 milyar $'a Microsoft tarafından satın alınmıştı. Sosyal ağlar arasında en kurumsal, en resmi, en ciddi olan ve çizgisinden ödün vermeyen bir yapısı da vardır. Şahsen ben Microsoft'un satın almasından sonra dolaşan akıllı sosyal ağ söylentilerinden oldukça umutlanmıştım ancak Microsoft CEO'su Satya Nadella'nın yaptığı son açıklama da Linkedin'i özellik Office programlarıyla entegre bir hale getirmeyi amaçladıklarını duyduktan sonra hayallerim suya düştü. Çünkü akıllı sosyal ağ olarak nitelendireceğimiz Bing, Windows, Office, Skype gibi Microsoft ürünleri ile entegre çalışan bir kurumsal sosyal ağ olması oldukça güzel olurdu.



Örneğin; Skype üzerinde ekli olan arkadaşları Linkedin üzerinde ekleyebilir, Windows üzerinde oynadığımız oyunları Linkedin üzerinde paylaşabilir (bunu söylememin en önemli nedeni ise bilgisayar oyunu oynamak insanların yaratıcılığını artırıyor ve daha hızlı düşünmesini sağlıyormuş, sonuçta adamlar oturmuş araştırmış haklılardır), Bing üzerinde birini aradığımızda direkt olarak Linkedin profilini özelleştirilmiş bir pencerede bize sunması ve hatta Bing reklamların bile şu anda Facebook ve Google'da olduğu gibi Linkedin üzerinde paylaştığımız şeylerle ilgili olması iyi olurdu.

Neyse bunların hiçbiri olmadı ve ben bu yazıyı yazmaya başladım, o yüzden isterseniz dönelim konumuza... Evet, Linkedin kurumsal yapısı ve resmi duruşuyla önümüzde çok güzel bir örnek olarak duruyor. Direkt olarak işverenlerle temas kurabileceğiniz ve kendinizi onlara tanıtma fırsatlarınızın olduğu bir alan... Peki biz bu mecrayı ne kadar etkin kullanıyoruz. Açıkçası doğruyu söylemem gerekirse kesinlikle iyi kullananlar var ama birçok kişi Linkedin'i de diğer sosyal ağlar gibi zannedip fıkra, komik olmayan saçma karikatürler, aşk şiirleri vb. paylaşımlar yapabiliyor. Yani eğer Microsoft satın almadan önce Türkiye'deki bu kullanıcıları inceleseydi, bırakın 26 milyar dolar 26 tl bile vermezdi. En nihayetinde ülkemizde birçok insan malesef hakkını veremiyor buranın...

Linkedin aslında yazının başından bu yana dediğim gibi kurumsal bir sosyal ağ arkadaşlar... Burada fıkra, karikatür paylaşmayı bırakmalısınız. Linkedin nasıl kullanılmalıdır öncelikle bunu kavramak gerekir. Eğer Linkedin'i etkili kullanmak istiyorsak resmiyete ve profesyonelliğe ihtiyacımız var. Burada bir vizyon yansıtmalısınız. Profilini tam olarak doldurun. Ardından mümkünse farklı dillerde birer profil oluşturmaya çalışın. Özellikle ingilizce olacak tabi ki... Paylaşımlarınız çalıştığınız kurum veya ilgi alanlarınızla alakalı olsun. Çalışmak istediğiniz sektörlerden haberler, o sektöre ilişkin fikirleriniz, çeşitli yerlerde o sektörün uzmanlarının söylediği sözler, sektöre ilişkin farklı ülkelerdeki uygulamalar bu paylaşım türlerinin başında geliyor. Mümkünse akademik makale yazmaya çalışın ve bunları kabul görmüş site veya dergilerde yayınlatıp o yazınızın linkini Linkedin profilinize ekleyin. Hatta Linkedin Pulse kullanın ve orada da makale yayınlayın ve hazırladığınız sunumları SlideShare üzerinde paylaşarak profilinize ekleyin.

Bunları yaparsanız kesinlikle size iş teklifi gelir demiyorum ancak profilinizin popülerliğini artırmak ve Linkedin üzerinden eleman avı yapan insan kaynakları uzmanlarını kendinize çekmek için kesinlikle çok önemli adımlardır. Umarım zamanla bu yazımı okuyan çıkar ve artık Linkedin üzerinde fıkra ve karikatür görmeyi bırakırız. Bu arada mesleğiniz karikatürist ya da komedyenlikse siz paylaşmaya devam edin.

19 Aralık 2016 Pazartesi

Vine, İnstagram Karşısında Neden Başarısız Oldu?

Öncelikle hepimiz Vine ve İnstagram'ı biliyoruz ve hatta birçoğumuz İnstagram'ı aktif olarak kullanıyoruz. Bu iki mobil platform'dan biri olan Vine, Twitter'ın bünyesinde, İnstagram ise Facebook'un bünyesinde yer alıyor. Twitter, Vine için ne kadar ödediği bilinmese de 80 milyon dolar ödediği söylentileri bir dönem konuşulmuştu. Onun yanı sıra Facebook ise İnstagram için 1 milyar dolar ödeyerek o döneme kadar ki en büyük satın almasını yapmıştı.



Bu iki platformdan Vine'ın kapanacağı ve Twitter'ın satılacağı söylentileri son zamanlarda çok daha yüksek sesle konuşulur oldu. Buna karşılık Facebook ise geçen süre zarfında başta WhatsApp olmak üzere bir çok önemli şirketi bünyesine katmış ve hatta Snapchat'ı satın alamadığı için kopyalamaya bile başladığı biliniyor.

Peki şu soru aklımıza neden gelmesin; Vine, İnstagram Karşısında Neden Başarısız Oldu? Bence burada bakılması gereken nokta Twitter ve Facebook'ta yaşanan gelişmeler. Twitter'da büyük bir otorite boşluğu olduğu görülüyor. Neden mi? Şöyle ki ilk kurulduğu yıllarda sahibi Jack Dorsey CEO görevini de üstlenmiş ve Twitter 750 milyon kayıtlı kullanıcıya ulaştığında Jack Dorsey için zamanın en iyi ve en genç CEO'larından biri söylentileri yapılmıştı. Hatta 2008'de MIT Technology Review tarafından "35 yaşın altındaki en yenilikçi 35 kişi"den biri seçilmişti.

Ancak sonrasında Dorsey'in Square adında bir mobil ödeme şirketini de kurması ve Twitter'daki CEO'luk görevini başkalarına devretmesinin ardından işler beklendiği gibi gitmedi denebilir. Bu kanıya nereden vardığımı soracaksınız tabi ki. Şöyle ki; Jack Dorsey'den sonra Twitter bünyesinde yapılan geliştirmeler ve yenilikler çok fazla son kullanıcıya aktarılamadı. Net olarak belirgin bir şekilde görülen geliştirmeler yapılmadığı gibi yapılanlar ise tam olarak aktarılamadı.

Vine'da bu durumun mağdurlarından aslında... Twitter, Vine'ı satın aldığında Vine sadece üç kişilik bir ekip tarafından geliştiriliyor ve sadece İOS platformunda yer alıyordu. Satın almadan sonra Android ve Windows Phone platformlarında da yayınlanan uygulamanın popularitesi ve kullanıcı kitlesi her ne kadar artmış olsa da yapılan en büyük hata Vine fenomenlerine para dağıtılması oldu. Evet doğru Twitter, Vine'da video paylaşmaları için insanlara para verdi. Sonrasında ise platformdaki durağanlık baş gösterdi ve o da ne!

İnstagram kullanıcılara 16 saniyelik kısa videolar paylaşabilmelerini sağladı (sonradan 1 dakikaya çıkarıldı). İnsanlar zaten İnstagram'la ortaya çıkan selfie akımından dolayı İnstagram kullanırken birden bire video paylaşma lüksleri de kendiliğinden doğdu. Ardından bazı sanatçılarında konserlerinden video ve resim paylaşması ile İnstagram çılgınlığı çığ gibi büyüdü.

Sonuç olarak Facebook'un kurulduğu ilk günden bu yana CEO görevini üstlenen Mark Zuckerberg, ilk günden itibaren koruduğu istikrarını bozmadı ve Facebook'u çok yönlü bir sosyal ağ yapmayı başardı. Bunun yanında ise bünyesine kattığı şirketleri de hem Facebook için yararlı bir kaynak hem de büyük bir gelir kaynağı olarak büyütmeye devam etti.

Geliştiriciler İçin Ücretsiz Araç Preloaders.net

Bugün internette gezinirken gördüğüm normalde ücretli olan ancak Chip.net'in sadece bugün için yaptığı etkinlikle ücretsiz olarak sunulan Preloaders.net aracını sizlere aktarmak istedim. Nedir bu Preloaders.net?



Preloaders.net aslında web geliştiricileri için tasarlanmış basit iconların ve görsellerin yer aldığı bir platform. Ajax Loaders olarak da bilinen sitede 800'den fazla yüksek kalitede animasyon şablonlarını bulabilirsiniz. 



Örnek vermek gerekirse hani şu Turkcell'in reklamlarından da hatırlayacağınız yükleniyor gifi gibi 800'den fazla animasyon bu platformda yer alıyor. Eğer bu platform'dan ücretsiz yararlanmak istiyorsanız buradan Chip.net'teki ilgili sayfaya giderek fırsattan faydalanabilirsiniz.

Not: 6 aylık limitsiz hesap kişisel ve ticari kullanımınız için sağlanmıştır. 6 ay sonunda satın alınan program ile birlikte animasyonlar da yüklenebilmektedir.

23 Eylül 2016 Cuma

Türkiye'de Sendikacılık Neden Gelişmiyor?

Başlık açık ve gayet net, "Türkiye'de Sendikacılık Neden Gelişmiyor ve Neden Hep Arka Planda Tutuluyor?"... Gelelim benim cevabıma, bir sendika çalışanı ve yeni mezun bir  Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri mezunu olarak benim gördüğüm ne yazık ki sendikalar kendini geliştirmekten aciz ve yöneticileri zaptetmek imkansız. Sonuçta o adamda öyle bir düşünce var ki "her şeyi yapabilirim" diyerek hareket ediyor. Seçimler demokratik bir toplumun ve o toplumun verdiği demokratik kararın en önemli göstergesidir. İşçi topluluklarının da sendika genel kurullarında yaptıkları bu seçimler sendikaların demokratik olmasının gerektiğine yönelik bir işarettir. Ancak bu demokratikliği, diktatörlüğe giden bir yol olarak algılayan bir çok sendika yöneticisi bulunmaktadır. Bunun örneklerine çok fazla rastlıyoruz hem geçmişe baktığımızda hem de günümüzde... Nasıl mı? Başına kayyum atanan, yolsuzluk soruşturması başlatılan ya da yapılan, mahkemede yargılanan sendikalar ve yöneticilerine baktığımızda gerek günümüzde gerekse geçmişte bunlardan çok fazla olduğunu göreceksiniz.

Şunu söyleyebilirim ki birçok sendikaya gittiğiniz zaman karşılaşacağınız manzara aşağı yukarı aynıdır. Bu düzen hiç değişmez. Sendika binasına girdiğinizde öncelikle sendika yöneticileri nereliyse büyük bir ihtimalle sizi ilk karşılayan güvenlikte oralıdır. Ardından yukarı yönetim katına çıktınız ve karşınızda bir sekreter gayet hoş güler yüzlü bir hanımefendi. Ama baktınız o da yöneticilerle aynı memleketin insanı... Yöneticinin yanına girdiniz ve başladınız konuşmaya (tabi yöneticiyi daha önceden tanıyorsanız odaya girebilirsiniz yoksa ya ön bir mülakata girersiniz odacılar ya da sekreter sizi bir inceler nerelisiniz nereden geldiniz sürekli bir soru yağmuruna tutulursunuz) sonrasında bir odacı girdi odaya ve çay getirdi. O da ne bir baktınız ki odacı da yöneticiyle aynı köylü...

Muhabbeti ilerlettiniz eğitime geldi konuşma... Bakın burada şu uyarıyı yapmak isterim. Eğitimli olsun ya da olmasın hiçbir insanı aşağılama ve yerme niyetinde değilim ki bunu yapmak benim haddime değil! Burada anlatmak istediğim mevzu tamamen farklı bir şey... Konuşuyorsunuz bir de baktınız ki yönetici ilk okul mezunu, okuma yazmayı zor çözmüş... Ama adamın bir duruşu var ki sanırsınız yedi tane dil biliyor, profesör olarak ders veriyor. Sonra yönetici tabi sıkılıyor muhabbetten biraz daralıyor ve masasından çıkartıyor bir puro karşınızda çatır çatır içiyor.

Bu adamı işçi seçiyor ve buraya koyuyor. Diyor ki; benim haklarımı işverene karşı savun, senden başka bizi güçlü gösterecek kimse kalmadı. Bu adam seçildiği ilk ay yönetici maaşlarını yükseltiyor ve işçinin verdiği aidatları çatır çatır yiyor. Eğer biraz çapkın bir yapısı varsa o zaman bu aidatları kendisi de yemiyor hee gidiyor metreslerine de yediriyor.

Bakın arkadaşlar burada demek istediğim her sendika yöneticisi para yer, sakın sendikalı olmayın ya da olacaksınız yönetici olun sizde para yiyerek geçinin demiyorum. Benim burada özellikle anlatmak istediğim ülkemizde yaklaşık 50 milyon işçinin bulunduğu bilinen bir gerçek ve bu işçileri tek bir çatı altında toplamak bu sendikaların asli görevi... Bu yöneticiler bırakın sendikaların üye sayılarını yükseltmeyi varolan üyeyi ellerinde zor tutuyorlar.

Şunu dediğinizi duyar gibiyim, "madem o kadar çok biliyorsun, söyle o zaman bu sendikalar nasıl profesyonel olacak?" Şöyle ki sendikaların tüzüklerinin güncellenmesi gerekmekte, 50 yıl öncesinin tüzüğüyle hareket eden sendikalar var günümüzde. Genel kurul seçimlerine girmek için belli bir seviye de eğitim almış olmak gerek maddesi gelmeli bir kere. Bunun yanı sıra daha önce çalıştığı işyerlerindeki sicilinin temiz olup olmadığı da incelenmelidir. Denetim kurullarında bulunan üyelerin düzenli olarak yöneticileri denetime tabi tutması gerekmektedir. Ayrıca bu denetimlerde bağımsız bir muhasebe personelinin de denetim kurulu ile sendika hesaplarını inceleyerek kar zarar analizini çıkarması gerekmektedir. Sendika bünyesinde maaşlı çalışan uzman personelin işin uzmanı ya da Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri (ÇEKO) mezunu olması gerekmektedir. Bunun nedeni ise bir ÇEKO öğrencisi üniversiteye girdiği ilk günden bu yana sendikaya yönelik dersler görmekte ve stajını ise genellikle bu çok zorda olsa sendikalarda yapmaktadır. Madem ki profesyonellikten söz ediyoruz günümüzün gelişmelerine rahat ayak uydurabilen dinamik ve öğrenmeye hevesli bir kadronunda oluşması gerekmektedir.

Burada yazdığım her cümlenin arkasında durmakla birlikte, tekrar üzerinde basarak söylüyorum ki işini düzgün yapan gerçekten üyesinin hakkı için gece gündüz demeden çalışan azınlıkta olsa sendikalar bulunmaktadır. Onları bu ithamlardan uzak tutuyor, çalışmalarında başarılarının devamını diliyorum. Desteğim her zaman onlarla...

24 Haziran 2016 Cuma

Türkiye'de İşsizlik Oranlarındaki Değişim (2005-2015)

İşsizlik, çalışma gücü ve arzusunda olan ve cari ücretten çalışmaya razı olup da iş bulamayan işgücünü ifade eder. İşsizlik oranı ise iş bulamayan nüfusun toplam işgücü oranına bölünmesiyle elde edilir. Bu çalışma da Türkiye'de 2005 ve 2015 yılları arasındaki işsizlik oranlarındaki değişim ele alınmıştır. 


Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve OECD verilerinden yararlanarak hazırlanan tablo da yıllar bazında oranlardaki değişim açık bir şekilde görülmektedir. Buna göre TÜİK verilerine göre işsizlik oranı en çok %13.1 ile 2009 yılında görülürken OECD verilerine göre en çok %12.6 ile 2009 yılında görülmektedir. 

İşsizlik oranının TÜİK verilerine göre en düşük %8.4 ile 2012 yılında olduğu görülürken, OECD verilerine göre %8.2 ile 2012 yılında olduğu görülmektedir.




15 Haziran 2016 Çarşamba

Türkiye'de İşgücüne Katılım Oranındaki Değişim (2011-2014)

İlk yazımda da sizlere artık blogumu tam manasıyla bir kişisel blog havasında tutacağımı ve her edindiğim bilgiyi paylaşacağımı yazmıştım. Haber kanallarını ve gündemi yakından takip eden ve işsizlik, istihdam, işgücüne katılım oranlarıyla biraz olsun ilgiliyseniz bu yazım ilginizi çekecek cinsten, o yüzden okumaya devam edin derim.

Günümüzde ülkemizin en büyük iç sorunlarından biri de işsizliktir hiç şüphesiz. İşsizliğin belirlenmesi ise toplam işsiz sayısının toplam işgücüne oranı üzerinden hesaplanmaktadır. Özetle işgücüne katılım oranı çalışan nüfusun aktif çalışabilecek nüfusa oranı ile bulunmakta ve işsizlik sorunu ile yakından ilgilidir.  2011 ve 2014 yılları arasında durağan bir seyir izleyen bu oran farklı kuruluşlar tarafından tespit edilmekte ve insanların kafaları karışmakta. Bu yazımda kısaca bu oranı inceleyen ulusal ve yerel kurumların tespitleri hakkında bilgi vereceğim ve karşılaştırmalı bir analizini sizlere sunacağım. Araştırmanın günümüz verilerini daha da aydınlatması ve son durumu daha net bir şekilde ortaya koyması açısından 2011 ve 2014 yılları ele alınmıştır.

Öncelikle bu araştırma da kullanılan kaynaklar OECD İstatistikleri, İndexMundi İstatistikleri, TÜİK Verileri, Dünya Bankası Verileri ve Trading Economics sitesinden elde edilen verilerdir. Araştırmanın herhangi bir resmi boyutu olmayıp sadece kişisel ilgi ve merak çerçevesinde yapıldığını belirtmekte fayda vardır.

İşgücüne katılım oranı olarak adlandırılan oran şu anda halihazırda çalışan nüfusun toplam işgücüne  (15 yaş ve üzeri nüfus) bölümü ile hesaplanarak bulunmaktadır. Dr. Metin BERBER* işgücüne katılım oranını bir makalesinde ise "Kurumsal olmayan sivil nüfus içinde çalışmak isteyenleri ifade eder." şeklinde tanımlamıştır.

İşgücüne Katılım Oranı

2011 2012 2013 2014
TÜİK %47,4 %47,6 %48,3 %50,5
Dünya Bankası %50 %49 %49 %49
Trading Economics %47,3 %47,7 %48,6 %50,6
OECD %49,9 %50 %50,8 %50,5
İndexMundi %49,5 %49,4 %49,4 -
Tablo.1 - İşgücüne katılım oranı verilerinin kurumlara göre dağılımları


Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2011 yılında %47,4 olan işgücüne katılım oranı, 2012 yılında %0,02 kadar bir artışla %47,6 seviyesine çıkmış. İlerleyen yıllarda artışına devam eden oran 2013 yılında %48,3, 2014 yılında ise büyük bir sıçrama göstererek %50,5 olmuştur. 

Dünya Bankası verilerine göre ise 2011 yılında %50 olan işgücüne katılım oranı 2012, 2013 ve 2014 yıllarında %49 seviyesinde seyretmiştir.

OECD verilerine göre işgücüne katılım oranı ülkemizde 2011 yılında %49,9, 2012 yılında %50, 2013 yılında %50,8 ve 2014 yılında ise %50,5 olarak görünmektedir.

Trading Economics verilerine göre ülkemizde 2011 yılında işgücüne katılım oranı %47,3, 2012 yılında %47,7, 2013 yılında %48,6, 2014 yılında ise %50,4 oranında görünmektedir.

Son olarak ülkemizdeki işgücüne katılım oranı İndexMundi verilerine göre 2011 yılında %49,5, 2012 yılında %49,4 ve 2013 yılında ise %49,4 olarak saptanmıştır. 

İnceleme çerçevesinde görüldüğü üzere ortalama olarak ülkemizdeki işgücüne katılım oranı 2011 yılında %48 civarında iken 2012 yılında %49 seviyelerine yükselmiş, bu oran 2013 yılında %49,2 seviyelerine gelmiş ve 2014 yılında ise tahmini olarak %50,5 seviyesinde seyir etmiştir.**

Avrupa ve diğer OECD ülkeleri baz alındığında ülkemizdeki işgücüne katılım oranının düşük seviyelerde olduğu ve 2016 Şubat ayı TÜİK verilerine göre 15 yaş ve üstü vatandaşın sadece %50,8 kadar bir kısımının işgücüne katılım göstermesi bunun bir kanıtı niteliğindedir.

Dipnot:

Dr. Metin BERBER, Karadeniz Teknik Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü, İktisat Politikası ABD Bşk.

** Belirtilen veriler tahmini hesaplamalar doğrultusunda yapılmış olup gerçek ortalamayı yansıtmamaktadır.